- 16 Eylül 2017
- Yayınlayan: Adres Patent
- Kategori: Yurtdışı tescil
Adres Patent International kurucu ortağı Barış Boy, Adres Patent’in yurt dışı çalışmaları nedeniyle yaptığı seyahatlerden edindiği izlenimi, marka-patent konusundaki bilinç durumunu TrendMarka gazetesine anlattı.
Bize Adres Patent’in Yurt Dışı çalışmalarından bahseder misiniz?
2 yıl öncesine kadar çok fazla yatırım yapmadığımız yurt dışı açılımına özellikle son 2 yıldır daha fazla yatırım yapmaya başladık. Katıldığımız fuarlar ve uluslararası organizasyonlar, toplantıların yanı sıra çoğunlukla birebir gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerle beraber yurt dışı çalışmalarımız ciddi bir ivme kazandı.
Bununla paralel olarak yurt dışı gelirimizde de ciddi bir artış kaydediyoruz. Aynı zamanda ekonomiye de küçük de olsa bir katkımız oluyor.
Bu noktada yurt dışı ziyaretlerinizin etkisi nedir?
Zaten yurt dışındaki vekilleri birebir ziyaret etmeden ve onlarla fikir alışverişinde bulunmadan, firmanızı anlatmadan, sizin diğerlerinden farkınızı göstermeden iş alma şansınız çok fazla yok.
Firmalar iş verecekleri kurumları tanımak, arkasındaki ekibi, gücü öğrenmek istiyorlar. Her gittiğiniz firma size iş verecek diye bir kaide yok. İlişkileri sıcak hale getirmek için çok daha fazla ziyaret gerekebiliyor. Bazen de ilk görüşme sonrası sizinle hemen çalışmaya başlayabiliyorlar. Genel perspektifte bunun uzun soluklu bir maraton olduğunu ve çok emek gerektirdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca, ülkemizi de en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyoruz.
Faaliyet alanlarıyla ilgili bilgi verir misiniz?
Çok geniş bir alana hizmet vermekteyiz. Gelen işlerin büyük bir kısmını makine mühendisliği, elektrik elektronik mühendisliği, bilişim, teknoloji gibi alanlar oluşturmaktadır. Bunun dışında kimya ve ilaç sektöründeki jenerik firmalardan da ciddi anlamda patent işler almaya başladık.
Sürekli yurt dışındasınız. Türkiye ile Avrupa’yı karşılaştıracak olursak marka-patent anlamında benzer, ayırt edici özellikleri nedir?
Türkiye ile Avrupa’nın patent bilincini karşılaştırmamız anlamsız olacaktır. Çünkü Avrupa ile Amerika’daki firmaların patentle ilgili teşviki mesaileri 1700’lü yıllarda başlamış. Bizde ise yasa yeni çıktı. Öncesinde KHK’larla işlemleri yürütmeye çalışıyorduk. Sınai mülkiyet kanunu da Ocak ayında yayımlandı. Hala yönetmeliği bekliyoruz.
Yurt dışındaki bilinç ile Türkiye’deki bilinç arasında büyük farklılıklar var. Özellikle kıta Avrupa’sında yer alan ülkelerde ve Amerika’da kuluçka merkezleri ülkenin birçok şehrinde faaliyet içerisinde. Teknoloji ve bilime uzun zamandır çok ciddi anlamda yatırım yapılmakta. Bizde ise kuluçka merkezleri sadece TEKNOKENT’ler de oluşturulmuş durumda. Bu TEKNOKENT’ler de ne yazık ki bazı büyük şehirlerde ve belli yerlerde bulunuyor. Gelişmiş ülkelere baktığımız zaman hemen hemen her yerde kuluçka merkezleri görüyoruz. Bizden farkları da şu; bu merkezlerde buluşları olan insanlara fırsat tanıyorlar. Onlara laboratuvar gibi olanaklar sunuyorlar. Ta ki ürünlerinin patentini alana kadar.
2016 yılı “Küresel İnovasyon Sırlamasında” ülkemiz 128 ülke arasında 42. sırada yer almaktadır. Sıralamada bizim altımızda bulunan ülkeler ise Afrika, Güney Amerika ve Orta Doğu coğrafyalarından ülkeler. Avrupa ve Amerika bu gelişme konusunda inanılmaz derecede bütçeler ayırıyorlar. NASA yeni gezegenler keşfederken biz Sınai Mülkiyet Yasasını dahi yeni çıkarıyoruz.
Hiçbir şey için geç kalınmış değildir, aynı seviyeye gelebilmemiz için kalkınma planlarında bu konuya öncelik verilmesi gerekiyor. Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmada inovasyona daha fazla önem vermesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de inanılmaz derecede dahi insan potansiyeli olduğuna inanıyorum. Bu insanları teşvik etmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekiyor. Kimi buluşçuların pratiğe dökebilecekleri bütçeleri yok. Yurt dışındaki gibi insanların kendilerini kanıtlayabilecekleri ortamlar oluşturulmalı.
İnovasyon sürecinin olmazsa olmaz türünden girdileri olan yeni bilgilerin, yeni fikirlerin ana kaynağı bilimsel ve teknolojik araştırmalar olduğu için, bir ülkenin inovasyon yeteneği de, kaçınılmaz olarak, o ülkenin bilim ve teknoloji üretmedeki yeteneğine bağlı olacaktır. Dünya pratiği, bilim ve teknolojiyi kendileri geliştirip üretemeyen ve inovasyon yeteneklerini böylesine sağlam bir zemin üzerine oturtamayan ülkelerin bu yeteneklerinin kalıcı olmadığını göstermektedir.
Bugün artık, ülkelerin inovasyon yeteneklerinin ekonomik büyümelerini belirleyen faktörlerin başında geldiği ve bir ülkenin inovasyon yeteneğinin de bilim ve teknolojiyi üretme yeteneğiyle doğrudan ilişkili olduğu konusunda genel bir görüş birliği vardır.
Buluşlar yapan fakat bunları pratiğe dökemeyen mucitler, zaman zaman “venture capitalist” dediğimiz fon firmalarına gidiyor. Onlar fırsat görüyorsa yatırım yapıyor ama ciddi anlamda mucitlerin karını alıyor. O yüzden devletimiz bu konuya el atarsa, ülke için, milli savunma için yararlı gördüğü buluşları ilk etapta edinmiş olur. Türkiye, teknoloji ve ar-ge anlamında ne yazık ki gelişmiş ülkelerin gerisinde. Sanayinin her yere yayılmış olmamasından kaynaklanan zorluklar var. Sanayiyi ülkenin her yerine eşit olarak yayabilmek gerekiyor. Sanayileşmiş ülkelerde örneğin bir otomobil markasının montaj fabrikasını X şehrine kurmuşlar ise motor fabrikasını Y şehrine kurmuşlar. Bu sayede, her yere eşit iş imkanı sağlamışlar ve nüfusun belli şehirlere yoğunlaşmasının da önüne geçmişler.
Yurt dışından ülkemize gelen firmalar Türkiye’ye nasıl bakıyorlar?
Yabancılar, Türkiye’de büyük bir potansiyel görüyorlar aslında. Ancak, bu potansiyelin çeşitli nedenlerden dolayı bir türlü istenilen patlamayı gerçekleştiremediğini düşünüyorlar. Son dönemde ülkemizde yaşanan sıkıntılar ve Avrupa ile olan görüş farklılıklarımız neticesinde yaratılan politik ortam ise ilişkilere bir nebze sekte vurdu. Gerginlikler bir şekilde yurt dışına olumsuz olarak yansıyor. Büyük firmalar mutlaka Türkiye’de markalarını tescil ettiriyor, patent alıyor ancak küçük ve orta ölçekli firmalar Türkiye’ye yatırım yapıp yapmama konusunda kararsız kalıyorlar. Daha önce AB ile ilişkilerin sorunsuz ilerlediği dönemlerde bakış açıları iyiydi, daha olumluydu. Şimdi ise çekimser durumdalar. Ticari anlamdan çıkıp turistik anlamda baktığımız zaman da güvensiz olarak bakıyor ve gelmek istemiyorlar. Terör saldırıları, talihsiz kalkışma girişimi bunda çok etkili oldu. Daha önce çok defa tatil yapmış insanlar gelmek istiyorlar, tavsiye üzerine gelmek isteyenler var ama ülkelerinin Türkiye konusunda güvenlik uyarısı yapması nedeniyle ciddi çekinceleri var. Bu konuları bir an önce halletmemiz gerekiyor. Tarafların sağduyulu yaklaşımları doğrultusunda ilişkilerin kısa zaman içinde tekrar rayına gireceğine inanıyorum.